Önceki makalede Mersin limanının imara açılması anlamına gelen ve işletmeci ile mal sahibi T.C.D.D.’ nin el ele verip limanın ortasına 6 katlı bina kondurma girişiminin Mersin Büyükşehir’ den geçirilme girişiminin ‘şimdilik’ püskürtüldüğünü yaşanan gelişmeler ışığında anlatmaya çalışmıştım.
‘Şimdilik’ kaydını boşuna vurgulamıyorum…
Çünkü bırakın liman, marina gibi tasarrufu devlete ait özel alanları, sıradan vatandaş bile eğer belediyeler imar durumuyla ilgili talebine zamanında yanıt vermezse Çevre ve Şehircilik Bakanlığına başvurup imar ruhsatını oradan alabiliyor.
Bu durumda limanın orta yerine 15 bin metrekarelik iş merkezi yapmak isteyenlerin talebi Mersin’ de karaya otursa da, Ankara’ dan alınacak icazetle gemiyi yürütmek mümkün olabilir..
Örnek mi?
Mersin Marina’ sının durumu…
Aslında ister marina, ister liman, ister başka bir tesis deniz kenarındaki her tesis anayasa ve kıyı kanunuyla belirlenen usul ve esaslara tabi..
Peki, usul ve esaslar Marina’ ya gelince nasıl işlemiş?
1994 yılında denize dolgu yapılarak mendirekleriyle alt yapısı tamamlanan Marina uzun yıllar atıl biçimde işletmeci bekleyip durdu.
Ancak Antalya-Mersin arasında yolculuğa çıkacak teknelerin başka sığınacağı barınak olmadığı için tekne potansiyeli yok diye üst yapı yatırımını yapacak kimse de çıkmadı.
Ta ki 2010 yılına kadar. O yıl Mersin dışından birileri gelip 20 milyon Euro yatırımla marinayı ayağa kaldıracaklarını, ülkenin en büyük 5 marinasından biri haline getireceklerini müjdelediler.
Derken yoğun bir inşaat faaliyeti başladı.
Tesis tamamlandığında tuhaf bir tablo çıktı ortaya:
Dünya üzerindeki marinalar yatlara hizmet için yapılır. Üst yapıda yer alan tüm mekanlar marinaya giriş yapacak tekne ve yatlardaki yolcuların ihtiyaçlarını giderme amaçlı tasarlanır.
Gelen yattaki konuğun banka şubesine, araç kiralamaya, turizm acentesine, günlük ihtiyaçlarını karşılayacağı gıda meşrubat marketi ve belki birkaç butik..
Kısaca marinalar özünde ve işin ruhu gereği tekne, yat odaklıdır.
Oysa Mersin yat limanı restoranları, alışveriş merkezleri, sineması, spor merkeziyle kentin yeni cazibe merkezi olurken yat, tekne yapılacak işin formalitedeki aksesuarı olarak kaldı.
O günlerde gördüğüm tabloyu şöyle özetlemiştim:
“Gelişmiş ülkelerde tüm donatılar yatlar için düzenlenir. Mersin Marinada ise yat ve tekneler AVM kompleksinde yer alan işletmelerin aksesuarı durumundalar“
Oysa Kıyı Kanununu düzenleyen yönetmelik yat limanlarını ve bu liman sahalarındaki yapılaşma koşullarını nasıl tanımlıyor:
“Yatlara güvenli bir bağlama ve her yata doğrudan yürüyerek çıkılmasına imkan sağlayan yeterli derinlikte su bulunan ve yatlara teknik sosyal alt yapı, yönetim, destek, konaklama, bakım ve onarım hizmeti sunan, işletme izin belgesi almış, turizm işletme belgeli kıyı yapılarıdır”
Görüldüğü gibi anayasanın dayandığı kıyı kanunu ve kıyı kanununu esas alarak düzenlenen kıyı kanununun uygulanmasına dair yönetmelik yat limanlarındaki yapılaşmayı yatlara teknik ve sosyal alt yapı ile bakım ve onarım tesisleriyle sınırlı kılmakta.
O zaman Anayasa ve kıyı kanununa aykırı yapılaşmayı ele almadan önce son bir soruyla noktalayalım bugünkü makaleyi:
Lunaparktan sinemalara, restoranlardan barlara, butiklerden eğlence merkezlerine tüm kentin müşteri potansiyelini emen pozisyonuyla marina yatlara teknik ve sosyal alt yapı mı sağlıyor? Yoksa topladığı dövize endeksli akıl almaz kiralarla Mersinin ayakta durmaya çalışan tüm işletmelerinin iliklerini mi kurutuyor?
Yat limanı işletmesini belli koşullarla birilerine veren Devlet kurumları, sözleşme koşullarını denetleme ve düzenleme yerineizlemekle mi yetiniyor?
Ortaya çıkan tablonun kamu yararıyla uzaktan yakından ilgisi var mı derseniz?
Onu da bir sonraki makalede ele alayım…