Biri Amsterdam’da, bir çatı arasında nefesini tutarak saklandı.
Diğeri Gazze’de, gökyüzüne bile bakamadan, enkazlar arasında büyümeye çalışıyor.
Biri Hitler faşizminin kurbanıydı.
Diğeri bugün dünyanın gözü önünde işlenen bir vahşetin tanığı.
Ama ikisi de çocuk…
İkisi de yalnız…
Ve ikisi de insanlığa dair umutları yitirmemeye çalışan, incecik kalemlere tutunmuş hayatlar.
Anna Frank, 1942 yılında doğum gününde hediye edilen bir deftere yazmaya başladı. O defter bir gün insanlığın en utanç verici dönemini anlatacak, milyonlarca insana vicdanı hatırlatacaktı.
Oysa Anna o günlerde sadece yaşamak istiyordu.
Pencereden dışarı bakmak, kuşları görmek, koşmak, sokakta dondurma yemek…
Sıradan bir çocuk gibi olmak istiyordu.
Tıpkı şimdi Lina El-Halil’in olmak istediği gibi.
Lina, 2024 yılında Gazze’de bir gece vakti bomba sesleriyle uyanıyor.
Pijamaları içinde enkazdan fırlıyor.
Annesi bağırıyor. Kardeşi kayıp. Elektrik yok. Su yok.
Birbirini kaybeden insanlar, parçalanmış bedenler, suskun bir dünya.
Ve o da yazmaya başlıyor.
Ama defteri yok.
Molozların arasında bulduğu bir karton parçasına kalemle değil, tırnağıyla kazıyor kelimeleri.
Zaman iki ucundan bükülüyor şimdi.
Bir Yahudi kız çocuğu ile bir Filistinli kız çocuğu birbirini duyuyor.
Anna: “Lina, sesimi duyuyor musun?
Ben de senin yaşındayken korkuyla yaşıyordum.
Saklandığımız yerde ayakkabılarımızı bile çıkarıyorduk.
Düşünsene, ayak sesinden bile ölüm geliyordu.”
Lina: “Evet Anna, ben de sesimi kıstım artık.
Çünkü ses çıkarınca hedef oluyorsun.
Konuşan çocuklar artık yaşamıyor burada.
Biz de sessizce var olmaya çalışıyoruz.”
Anna: “Kitty’ye yazdığım mektuplar beni hayatta tuttu.
Ona en derin korkularımı anlattım.
Ama içimde bir inanç vardı: İnsanlar her şeye rağmen iyidir.”
Lina: “Benim Kitty’m yok Anna.
Ama senin cümleni ezbere biliyorum.
Bazen kendi kendime tekrarlıyorum:
‘İnsanlar her şeye rağmen… iyi midir gerçekten?’
Bilmiyorum artık.”
Anna: “Ben savaşta öldüm Lina.
Ama yazdıklarım beni ölümsüz kıldı.
Beni öldüren sistemin adı vardı: Nazi.
Sizinse sizi yok edenler görünürde çok, ama bir o kadar isimsiz.
Çünkü herkes biliyor ama kimse konuşmuyor.”
Lina: “Evet Anna.
Sizi susturanlar öfke doluydu,
bizi susturanlar umursamaz.
Sizleri vurduklarında dünya ayağa kalktı,
bizi vurduklarında algoritmalar sustu.”
İki kız çocuğu aynı dili konuşuyor: Açlık.
Aynı rüyaları görüyor: Kaçmak.
Aynı soruları soruyorlar:
Bir gün buradan sağ çıkar mıyız?
Bir gün bu defterleri okuyan olur mu?
Bir gün insanlar çocukları sevmeyi hatırlar mı?
Oysa aradan geçen seksen yılda hiçbir şey değişmedi.
Tek değişen; dünyanın suskunluğunun şekli.
O gün sessizlik, korkuydu.
Bugün sessizlik, tercihe dönüştü.
Anna’nın günlüğü müzeye kaldırıldı.
Lina’nın günlüğü henüz yok.
Çünkü onun yazdıkları hâlâ yaşanıyor.
Anna Frank’in İnsanlığa Mesajı:
Ben sadece yaşamak istemiştim.
Koşmak, büyümek, âşık olmak, kitaplar okumak…
Bunu bana çok gördüler.
Ama eğer bu yazdıklarımı okuyorsan,
bir çocuğun kalemini susturan her şeye karşı ses ol.
Zulme susma.
Vicdan, ölümden güçlüdür.
Lina El-Halil’in İnsanlığa Mesajı:
Ben sadece yaşamak istiyorum.
Su içmek, korkmadan uyumak, okula gitmek…
Ama dünya gözlerini kapattı.
Yine de yazıyorum, çünkü biliyorum:
Bir gün birileri okuyacak ve anlayacak.
O zaman bana değil, kendinize ağlayacaksınız.
Çünkü biz çocukları korumadınız.
Bu yazı, Anna’nın geçmişte attığı çığlığın,
Lina’nın bugünde tuttuğu ağıtla birleşmiş hâlidir.
Zamanlar değişti, çocukların kaderi değişmedi.
Ve insanlık, hâlâ susuyor.

Mersin Halk Haber Mersin Halk Haber
