Anasayfa / Köşe Yazıları / Mersin’in Görünmeyen Yaraları

Mersin’in Görünmeyen Yaraları

Mersin, Akdeniz’in en güzel kıyılarından birine yaslanmış; limanı, bereketli toprakları, tarihî mirası ve çokkültürlü yapısıyla bu ülkenin en özel şehirlerinden biri… Ancak bu eşsiz potansiyele rağmen, Mersin derin bir sancının içinden geçiyor. Yüzeyde bir refah, bir hareketlilik var gibi görünse de, kentin derinlerinde bastırılmış bir çığlık duyuluyor: “Beni kimse tam anlamıyor, kimse gerçekten sahiplenmiyor.”

Mersin’in belki de en büyük sorunu ne alt yapı eksikliği ne de yatırımların yetersizliği. Asıl sorun çok daha görünmez ama çok daha yakıcı: Yönetişim eksikliği ve kimliksizlik.

Yıllardır parça parça yönetilen, uzun vadeli bir kalkınma vizyonundan yoksun bırakılan bu kent, her yeni yönetimle sil baştan yapılanıyor. Her şey bir dönemlik, bir mevsimlik, bir koltukluk. Oysa Mersin’in ihtiyacı olan şey süreklilik, tutarlılık ve halkın gerçek ihtiyaçlarına kulak verilmesidir.

Bugün Mersin’de sivil toplumun, akademinin, kültür insanlarının karar alma süreçlerine dâhil olduğu bir sistem yok. Kentin geleceği bir avuç kişinin gündelik kararlarına bırakılmış durumda. Şehir sanki kendi kaderine terk edilmiş gibi…

Ve kimlik…
Mersin kendine hâlâ bir isim, bir ruh, bir hikâye bulamamış bir şehir. Ne tam bir tarım kenti, ne sadece bir liman kenti. Ne turizmle öne çıkabiliyor ne kültürle. Oysa hepsine sahip ama hiçbirinde derinleşemiyor.

Bu kimlik boşluğu, Mersinli olma bilincinin yerleşmemesine, halkın kenti bir geçiş güzergâhı gibi görmesine neden oluyor. İnsanlar burada doğuyor, çalışıyor ama nadiren “Ben Mersinliyim” diyerek bir sahiplenme gösterebiliyor.

Mersin’in farklı etnik, kültürel ve inançsal zenginliği çoğu şehirde olmayan bir mozaik sunarken, bu çeşitlilik de ne yazık ki doğru bir kültürel politikayla işlenemiyor. Sonuçta zenginlik değil, zaman zaman çatışma potansiyeli olarak algılanıyor.

Kent yönetiminde ise başka bir sorun kol geziyor: elit cemiyet yapısının tekelleşmesi.
Kentin kültür-sanat, ekonomi ve siyaset çevrelerinde sayıca çok da azımsanmayacak bir zümre yıllardır aynı koltuklarda oturuyor. Sivil toplum örgütlerinin başında aynı isimler, etkinlikler hep aynı yüzlerle ve genellikle halktan kopuk bir şekilde yürütülüyor. Beş yıldızlı otellerde yapılan şaşaalı toplantılar, alınan kararların halkın gündemine bile girmediği bir sistem hâlini aldı.

Bir diğer yara ise eğitimli birikimi olmayan zengin sınıfın, kentin kaderini elinde tutmaya çalışması. Sayıca oldukça fazla olan bu zümre, geleneksel birikimden yoksun, eğitimi ikinci plana atan ama sermayeyi elinde bulunduran bir pozisyona sahip. Bu da vizyonsuz yatırımlar, kentsel estetikten yoksun yapılar ve kültürel fakirleşme olarak dönüyor Mersin’e.

Mersin’in gençleri artık bu kentte kalmak istemiyor. Yetenekli olanlar gidiyor, umutlarıyla birlikte. Geriye kalan ise ya sistemin parçası olmaya zorlanıyor ya da kenarda kalmayı kabulleniyor.

Oysa Mersin, Türkiye’nin en demokratik toplumsal yapılarından birine sahip. Kadın hareketi güçlü, çevre mücadeleleri örnek teşkil ediyor, kültürel üretim kıvılcım halinde yanıyor. Eğer doğru ellerde, vizyoner bir yönetimle bu potansiyel harekete geçirilebilirse, Mersin sadece Türkiye için değil, Akdeniz havzası için örnek bir şehir olabilir.

Bugün Mersin’in en büyük ihtiyacı yeni yollar, yeni binalar değil.
Yeni bir düşünme biçimi. Yeni bir sahiplenme biçimi. Yeni bir ruh.
Kentin geçmişini bilen, kültürüne saygı duyan ama geleceği düşleyen bir anlayış.
Ve o anlayışta en çok ihtiyaç duyulan şey: Halkın sesini duymak.

Mersin’in görünmeyen yaralarını görünür kılmak hepimizin görevi.
Çünkü bu şehir sadece bir yer değil.
Bir yaşam biçimi, bir umut ihtimali.
Ve bu umudu yeşertecek olan biziz.

Çok Okunan Haber

TOROSLAR CUMHURİYET ALANI YILBAŞI PAZARIYLA ŞENLENDİ

Toroslar Belediyesi tarafından Cumhuriyet Alanı’nda ilk kez kurulan Yılbaşı Pazarı, yeni yıl coşkusunu Toroslar halkıyla …

Araç çubuğuna atla