Anasayfa / Köşe Yazıları / Atatürk’ü Sevmeyenlerin Yanılgısı Nedir? Atatürk’ü Herkese Anlatmalıyız

Atatürk’ü Sevmeyenlerin Yanılgısı Nedir? Atatürk’ü Herkese Anlatmalıyız

Bir milleti küllerinden doğuran bir lideri sevmemek… Belki de en büyük yanılgı burada başlıyor. Çünkü Atatürk’ü sevmemek, yalnızca bir şahsı sevmemek değildir; çağdaşlığı, bilimi, vicdanı, adaleti, bağımsızlığı ve insanca yaşamı da reddetmektir.

Oysa Atatürk, bir ideolojinin, bir partinin, bir dönemin adamı değildir. O, milletin ortak hafızasında vicdan olarak yaşayan; yoksul halkın kaderine isyan edip, kaderini değiştiren iradenin adıdır.

Onu anlamadan yargılayanlar, çoğu zaman onun kişiliğinden çok, onun temsil ettiği değerlerden korkarlar. Çünkü Atatürk; sadece düşmana değil, cehalete, taassuba, kadının esir edilmesine, emeğin hor görülmesine, çocukların geleceksiz bırakılmasına da baş kaldırmıştır.

Onu sadece resmi törenlerle anmak, yetersizdir. Çünkü Atatürk sevgisi; bir siyasi görüşe, bir sınıfa, bir bölgeye ya da bir kimliğe ait değildir. Tersine, Atatürk; işçiye de çiftçiye de esnafa da, Alevi’ye de Sünni’ye de, Türk’e de Kürt’e de, kadına da erkeğe de aynı hakkı, aynı özgürlüğü, aynı onuru sunan bir ufkun adıdır.

Bu yüzden onun sevgisini herkese anlatmak, herkesin kalbine dokunmak zorundayız.

Çocuklara anlatmalıyız önce…
Onun “Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler geleceğin bir gülü, bir yıldızı, bahtının aydınlığısınız” sözünde saklı olan derin inancı göstermeliyiz. Atatürk, bir çocuğun alnındaki terde bir ülkenin istikbalini görüyordu. O, çocukları yalnızca sevmekle kalmadı; onlara adanmış bir bayramla, bir milletin en büyük umudu olduklarını ilan etti.

Gençlere anlatmalıyız…
Onun “Ey Türk gençliği! Birinci vazifen Türk istiklâlini ve Cumhuriyetini korumaktır” çağrısının yalnızca bir hitap değil, bir sorumluluk yeminidir. Gençlere güvenen, geleceği onların ellerine teslim eden bir liderin cesareti, bugün her umutsuz gence umut olmalıdır.

Kadınlara anlatmalıyız…
O, “Dünya üzerinde gördüğümüz her şey kadının eseridir” diyerek kadınları sadece toplumun bir parçası değil, yaratıcısı ilan etti. Kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıyan ilk liderlerden biri olması, onun çağlar üstü bir devrimci olduğunun en açık göstergesidir.
Atatürk’ün gözünde kadın, yalnızca evde değil, mecliste, kürsüde, fabrikada, okulda yer almalıydı. Çünkü biliyordu ki, kadın ayağa kalkmadan toplum ayağa kalkamazdı.

Köylüye ve çiftçiye anlatmalıyız…
“Köylü milletin efendisidir” derken, bir övgü değil, bir hak teslimi yapıyordu.
Toprağa alın terini döken köylünün, sadece üreten değil; ülkenin taşıyıcısı olduğunu biliyordu.
Cumhuriyet’in tarım politikaları, onun bu inancı üzerine kurulmuştur.
Bugün köy okulları kapanırken, köylü üretimden koparılırken, bu sözü yeniden hatırlamak zorundayız.

İşçiye anlatmalıyız…
Onun sessizce iş başında olan eli nasırlı insanlara verdiği değeri göstermeliyiz.
Sümerbank’ta çalışan bir işçinin alın terinde, memleketin bağımsızlığını görmüştü.
“Ekonomik bağımsızlık olmadan, siyasi bağımsızlık olmaz” derken, üretimi ve emeği, ulusun haysiyetiyle eşdeğer tutuyordu.

Sanatçılara anlatmalıyız…
Çünkü o, “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” diyerek, kültürün ve sanatın bir lüks değil, bir yaşam zorunluluğu olduğunu savunuyordu.
Bizzat operaya giderdi, resim sergilerini gezerdi, konservatuvarların kurulmasına öncülük ederdi.
Onun gözünde sanat, bir milletin ruhunu şekillendiren en büyük güçtü.

Ve elbette öğretmenlere…
Çünkü “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir” diyerek, bir ülkenin kaderini sınıf tahtasına yazanların ellerine bırakmıştı.
O, kara tahta başında bir harf öğretenle, cephede düşmana direneni aynı değerle görüyordu.

Bütün bu örnekler, onun bir ideolojiyi değil; bir yaşam biçimini, bir insanlık anlayışını, bir medeniyet sevdasını temsil ettiğini gösteriyor.

Çünkü Atatürk’ü sevdirmek dikte değil davettir.
O davet; akla, vicdana ve geleceğe açılan kapıdır.
Bu davete herkesin ihtiyacı vardır.

Bazı sevgiler vardır ki, tarif edilmez, yaşanır.
İşte Atatürk sevgisi, o sevgilerdendir.
Kimi onu bir heykelde görür, kimi bir sınıf tahtasında, kimi de bir mazlum halkların çaresizliğinde…
Ama biliriz ki; Atatürk’ü gerçekten anlayan, bir daha asla umutsuz olmaz.

Çünkü o, “Ben hiçbir zaman milletimi inkâr etmedim. Onun bir ferdiyim ve onun için yaşıyorum” demiştir.
Ne mutlu ki biz, Halkı için yaşayan ölümü defalarca göze alarak yılmamış bir liderin ardından yürüyoruz.
Ne mutlu ki biz, bir halkın yeniden doğduğu yerin hikâyesine sahibiz.

Ve ne mutlu, onu her kesime anlatabilecek kadar vicdanlı, yürekli ve aydınlık kalpli insanlar hâlâ var…

Dr. Ruhsar Uçar

Çok Okunan Haber

TOROSLAR CUMHURİYET ALANI YILBAŞI PAZARIYLA ŞENLENDİ

Toroslar Belediyesi tarafından Cumhuriyet Alanı’nda ilk kez kurulan Yılbaşı Pazarı, yeni yıl coşkusunu Toroslar halkıyla …

Araç çubuğuna atla