Kaçıncı yüzyılın, kaçıncı senesi, kaçıncı senenin, kaçıncı ayı, kaçıncı ayın kaçıncı günü, kaçıncı günün kaçıncı saati, kaçıncı saatin kaçıncı dakikası ve kaçıncı dakikanın kaçıncı anındayız meçhul! Nereye gider, nereye varır bu işin sonu o da meçhul. Usta demişti ya “ayrı kalıyoruz beraber olabilmek için” diye.
Ayrı kalıyoruz… Sosyal ya da fiziki mesafe koyuyoruz. Bedenimizden ziyade ruhumuz öyle etkileniyor ki bu durumdan. Sevdiğine dokunamamak kadar acı bir şey olmasa gerek. Elinin altında, dizinin dibinde ama değil… Gözlerinin önünde ama değil… Ellerim öylece havada kaldığında anlıyorum olayın ciddiyetini. Gerçekte o devasa sistemde, devasa galakside küçücük olan ama bizler için o kocaman, şu tepesinden basık, tıknaz dünyamız var ya… Ki böyle tasvir edince de oldukça çirkin görünen. Ama maviliğini düşününce paha biçilemez güzelliği olan dünyamız… Sonunda hasta oldu. Belki iyileşir belki iyileşemez bilemem ama, ellerimin havada kalmasına vesile olan bu süreci birlikte yaşıyoruz. İlk kez hepimiz aynı gemideyiz. Zenginiyle, fakiriyle, ünlüsüyle, sıradan vatandaşıyla, seninle ve benimle aynı gemideyiz. Ya elimi tutacaksın, öpeceksin beni birlikte öleceğiz. Ya da yan yana olabilmek için ayrı kalmaya devam edeceğiz. Aşk; savaşta da, hastalıkta da yaşıyor vesselam. Ellerimizin buluşmasıyla ümidiyle… Aşk ile… Rast gele…
