Nasıl anlatılırki gurbet ellerde göcüp gitmek. Gurbette olup sevdiklerine doyamadan gidenlerin ardında bakmak.
Sevgili Mihtat Bolat aynı köyde doğduk, Maraşın kavurucu sıcaklığında pamuğu beraber çapaladık ve beraber topladık. Pamuk çapalarken aşımız havanda dövülmüş tellemeyi sulandırıp ekmeğimizi ıslatıp yerdik. Yazın tarlalar arasında gecen argların kenarına eşilen cukurdaki suyu 50 ve 60 kişi aynı tasla içerdik. Pamuk toplarken kışın dondurucu soğukların bozlu sularını içerdik.
Köyden Maraş’a komyonlara kap kacak, yatak, kıyafet, yiyecek, kuzumuz ve tavuğumuzla kamyonun kasasına biner kilometrelerce yol giderdik. Tokası olmayan saçlarımız ruzgarla dans ederdi. O eşya ile komyon devrilse %50 miz oracıkta ölürdük.
Maraş’ın avluya bakan odalarını kiralar bir evde 4 ile 5 aile kalırdık. Bir odamızın içinde ne yoktuki, oturulacak bir köşe, perdenin arkasına sakladığımız yatak, kıyafet ve yiyeceklerimiz olurdu. Girişin köşesinde cağık, cağıkta düş alırdık, tepsinin üstünde bulaşıklar yıkanırdı. Leğende çamaşırlar. O bir metre karelik cağık, mutfak, banya ve çamaşırhanemizdi.
Tüm bu zorluklara rağmen mutluyduk bir birimize dört elle sarılıyorduk. Köyünde toprağına doyamayan bizlere, bunlar çok görüldü, bizler katledildik ve Maraş Kana bulandı.
Doğduğu topraklara doyamayan bizler bu sefer avrupa kapılarına dayandık. Buralara öyle bicare geldikki, ne bir kıyafet ne 1 kğ bulgurumuz nede tavuğumuz vardı. Bunlar yetmemiş gibi ne Ana dilimiz nede resmi dilimiz vardı, hani konuşsak bile derdimize derman olmayan dillerimiz vardı. Ne çok zordu hiç yoktan kendimizi var etmek. Dişimizle tırnağımızla kendimizi var ettik. Kendimizden çok ülkede bıraktıklarımızı düşündük. Hayalini kurduğumuz o evleri işte doyamadığımız topraklar üzerine yaptık içinide boş bıraktık. İngiltere’de karnımız toktu. Başımızı sokacak evimiz vardı, Katledilme korkusuda yoktu. Ama biz hiç mutlu değildik olamadık. Gözümüz kulağımız ilede doğduğumuz kutsal topraklardaydı.
Londra’da bir arada örgütlü olalım diye düşündüğümde İlk konuştuğum kişilerden biride Mihtat’ı ilk bir araya geldiğimiz dönemlerde bana en çok destek olan madi ve manevi desteğini esirgemeyen bir arada kalmamız konusunda özveride bulanan toplumunu seven bir canımızdı.
Hayaliyle yaşlandığımız ve ruyalarımızın ilk durağı Köyümüzde biz çocukken cocuk patkımız harman yerleriydi, lüna patkımızda üstüne bindiğimiz gemdi. Harman yerine gelen cercicide bizim alış veriş merkezimizdi. Cerciçi amcanın gelişinin bizi sevindirdiği gibi şimdiki cocuklar alışveriş merkezine giderken aceba bizim sevindiğimiz kadar seviniyorlarmı? hayır. Bir avuç yünle aldığımız horuzlu şekerin tadını sevinci nasıl anlatılırki. Tabiki Hanburger alacak yerimiz yoktu fakat köyün bakalında aldığımız iki bisküvüt ve sucukla dünyanın en güzel hanburgerini yemiş olurduk. Sacın üstünde taze çökelikle yapılmış katmeri hiç bir pizzaya değiştirmek mümkünmü.
Mihtat can gibilerin en büyük keyfi tek uyancakları olan sapanla toprak evlerin sacaklarına konmuş kuşları vurup kaçırmak. Biz kızların bir cubuğa sardığımız renkli basma parcasını beline birde ip buldukmu işte barbi bebeğimiz hazırdı. Şimdiki cocukların önüne bir kamyon oyuncak dökseniz ne bez bebeğimiz nede sapanın bizi mutlu ettiği gibi mutlu olmiyorlar.
Doğduğumuz yopraklarda mutlu olduğumuz gibi hiç bir yerde mutlu olamadık ondandır bu gün yönünü kutsal topraklara cevirdin ve gidiyorsun. Uğurlar Olsun sana.
Biz O Toprahlara Doyamadık, Peki Şimdi O Kara Toprak Bize Doyacakmı?
Elif Tabak
18.01.2024

Mersin Halk Haber Mersin Halk Haber
